Küçük Asya’nın en güney noktası...
Anemurium için kurulabilecek en önemli cümle bu olsa gerek. Çünkü bugünkü Anamur gibi, antik Anemurium da dahil olduğu bölgenin sanki dışında, biraz izole bir kent, karadaki ada gibiydi. Kent, bugün dahi, hakkında etraflı bilgi edinmek için antik ve modern kaynakları karıştıran birine küçük çapta bir hayal kırıklığı yaşatacak kadar önemsiz görünüyor...
Belki de gizemli demeli. Aslında anlatacak çok şeyi olan, kimsenin çok iyi tanımadığı ama merak uyandıran bir yabancı gibi.
Dağlık Kilikya’nın güneyinde, kendi ismini almış yarımadanın ucundaki burunda kurulu Anemurium. Genel olarak, isminin, Helence’de ‘rüzgâr’ anlamına gelen Anemos’dan türetildiği ve ‘rüzgârlı yer’ anlamına geldiği kabul ediliyor. Ancak bunun bilimsel doğruluğu tartışma konusu.
Erken dönem tarihçesi ile ilgili çok fazla bilgi yok elimizde, bu yüzden tam olarak ne zaman kurulduğu da meçhul. En azından Helenistik dönemde var olduğu biliniyor ki, bu da onun gibi ketum bir kent hakkında epey bilgi sayılır. Ancak bugün görülen kalıntıların büyük bir çoğunluğu Roma dönemine ait.
TÜCCAR KENT
Kilikya, coğrafi ve kültürel olarak birbirinden çok farklı iki bölümden oluşuyordu: Kilikya Trakheia (Dağlık Kilikya) ve Kilikya Pedias (Ovalık Kilikya). Bu iki bölgede, tüm antik çağlarda büyük tarihi önem taşıyan kentler yer alıyordu. Kilikya, Anadolu’nun, kuzeyden stratejik komşulara sahip, güneyden ise deniz aşırı ülkelere açılan kapısı olma özelliğiyle hem zengin hem de hareketli bölgelerinden biriydi.
Bu hareketten Anemurium’un ne kadar etkilendiği sorusuna gelince…
Kent, Strabon’un da belirttiği gibi, ‘anakaranın Kıbrıs’a en yakın burnu’ydu. Doğal yapısının da yardımıyla, zamanla önemli bir liman kenti haline gelmişti. Özellikle son Kommagene kralı IV. Antiokhos ve Roma imparatorları Titus ve Valerianus dönemlerinde büyük refaha ulaşmış, kendi adına para bastırmıştı. Akdeniz’den, Arap ülkelerinden ve Kıbrıs’tan gelen ticaret gemileri önce Anemurium’a uğruyor ve hem kent halkını hem de tüccarları ihya ediyordu. Strabon, Anemurium’un ticari açıdan ne denli hareketli olduğunu “Oraya git, gemini boşalt, her şey satılır,” diyerek belirtmişti.
Ama aynı ülkelerden gelen istila gemileri de ilk olarak Anemurium’a uğruyordu. Yapılan pek çok akından sonra, 260 yılında Perslerin Kilikya’yı istila etmesiyle, Anemurium da dönüşü olmayan bir gerilemeye girdi. Bu dönemde, özellikle de İsaurialıların Toroslar’a yaptıkları akınlarda büyük zarar alınca, kenti yeni bir sur sistemiyle güçlendirmeye çalıştılar, ancak bu da uzun vadede pek yararlı olmadı. 580’de meydana gelen depremde büyük hasar gördü. 650 sonrasında Kıbrıs’ı ele geçiren Araplar kente saldırınca yerli halk evlerini terk etmek ve diğer bölgelere göç etmek zorunda kaldı. 12. yüzyılda Kilikya’nın, Anemurium’un da dahil olduğu bir bölümü Ermeni egemenliğine geçti. Ancak Ermeni Krallığı’nın 14. yüzyılda parçalanmasıyla Anemurium da terk edildi.
Yer aldığı konumun izoleliğiyle de bağlantılı olarak, bir süre unutuldu Anemurium. Akdeniz kıyılarının genişliği ve yüzyıl önceki tenhalığı da göz önüne alınınca, uzun bir süre ‘rüzgârlı bayır’ın tepesinden denizi seyretti durdu. İlk olarak F. Beaufort’un Türkiye’nin Akdeniz Kıyıları konulu araştırmasında hakkında bahsetmesiyle, zaman içinde önemli araştırmacılar tarafından da ele alındı.
MOZAİKLERİN ÜZERİNDE YÜRÜMEK…
Anemurium, aynı adlı burnun doğu yönünde bulunan sahildeki ova üzerine kurulu. Kent, aşağı kent ve nekropolis olarak iki bölüm halinde planlanmış; beş bölgeden oluşmuş.
Roma döneminden kalma tiyatro, onun biraz ilerisindeki odeon, hamam, agora, su kemerleri, surlar…
Büyük oranda harap durumdaki bu kalıntılar bilmeyen gözler için çok belirgin ve bilgilendirici yapılar değil. Bu yapıların çoğu, sahip oldukları mozaik zeminle zevkli ve zengin bir yaşamın ipuçlarını veriyor. Bugün dahi kalıntıların bulunduğu bölgede toprak biraz eşelendiğinde altından mozaik parçaları görülebiliyor. Çoğunun üzerine korumak için kum dökülmüş, ancak görevli bekçiler en azından birkaçının üzerindeki kumu açarak birkaç dakikalığına güneşle ve hayran gözlerle buluşmasını sağlıyor.
Liman Caddesi, kentin en hareketli bölümlerinden biriydi. İki yanı sütunlu cadde, limana gelen tüccarları, görkemli malları, armağanları ve tabii istilacıları da kente getiren yoldu.
Anemurium’da bugüne kadar hiçbir Yunan/Roma tanrı ya da tanrıçasına adanmış tapınak ya da dini yapı bulunmamış. Bu, kent halkının inançsız olduğu anlamına gelmiyor elbette, ama sahip olduğu gizemli kent düşüncesini kesinlikle tamamlayan bir görünüm sunuyor.
Anemurium, Bizans döneminde Seleukeia Metropolü’ne bağlı bir piskoposluk merkezi olduğu için, kentte çok sayıda kilise kalıntısı var. Surların içinde, dışında, kalede, nekropolde...
Nekropolün kuzey ucundaki Nekropol Kilisesi, yaklaşık olarak 400 yılında, eski bir Roma yapısının temelleri üzerine kurulmuş, sonraki dönemde bu yapı daha da büyütülerek bazilika biçimini almış. Yapının tabanını süsleyen mozaiklerin bir bölümü bugün de görülebiliyor.
Bunlardan birinde, bir palmiye ağacının iki yanında bir kaplan ve çocuk figürünün yanı sıra, İşaya 11:6’dan bir alıntı var:
“Ve kurt kuzuyla beraber oturacak, ve kaplan oğlakla beraber yatacak; ve buzağı ve genç aslan ve besili sığır bir arada olacak; ve onları küçük bir çocuk güdecek.”
Bunlardan birinde, bir palmiye ağacının iki yanında bir kaplan ve çocuk figürünün yanı sıra, İşaya 11:6’dan bir alıntı var:
“Ve kurt kuzuyla beraber oturacak, ve kaplan oğlakla beraber yatacak; ve buzağı ve genç aslan ve besili sığır bir arada olacak; ve onları küçük bir çocuk güdecek.”
ÇIKARILAN ESERLER ANAMUR MÜZESİ’NDE
F. Beaufort ilk olarak 1812’de geldiği, adeta harabe halindeki kentten şöyle bahseder: “Burnun tepesinde büyük bir kentin kalıntıları gibi görünen ve surların dışında geniş bir araziye yayılmış harabeleri hızlı bir şekilde gözden geçirdik. Burası gerçekten de bir kentti, ama mezarlardan oluşan bir kent, tam bir nekropol.”
Anemurium gerçekten de eşine az rastlanır derecede büyük ve görkemli bir nekropole sahip. Anadolu’nun bu en iyi korunmuş nekropolünde yaklaşık 350-400 mezar bir arada. Bu mezarların çoğunda zemini mozaikle kaplı bir ön oda var. Mezar odalarının duvarlarında da freskler bulunuyor. Bu mezarların en göze çarpanında dört mevsimi ve Hermes’in ruhlara yeraltında refakat edişini tasvir eden iki fresk görülüyor.
F. Beaufort ilk olarak 1812’de geldiği, adeta harabe halindeki kentten şöyle bahseder: “Burnun tepesinde büyük bir kentin kalıntıları gibi görünen ve surların dışında geniş bir araziye yayılmış harabeleri hızlı bir şekilde gözden geçirdik. Burası gerçekten de bir kentti, ama mezarlardan oluşan bir kent, tam bir nekropol.”
Anemurium gerçekten de eşine az rastlanır derecede büyük ve görkemli bir nekropole sahip. Anadolu’nun bu en iyi korunmuş nekropolünde yaklaşık 350-400 mezar bir arada. Bu mezarların çoğunda zemini mozaikle kaplı bir ön oda var. Mezar odalarının duvarlarında da freskler bulunuyor. Bu mezarların en göze çarpanında dört mevsimi ve Hermes’in ruhlara yeraltında refakat edişini tasvir eden iki fresk görülüyor.
Kentte yapılan kazılarda ortaya çıkarılan eserler bugün Anamur Müzesi’nde sergileniyor. İnsan yüzlü pişmiş toprak yağ kandilleri, bronz ve kemikten yapılmış mezar armağanları, süs eşyaları, sikkeler, madalyonlar…
Antik çağdaki komşuları ve çağdaşı kentlerle kıyaslandığında daha küçük ve önemsiz bir kent sayılan Anemurium zengindi, hareketliydi ama hiçbir zaman başrol oynamadı. O, daha çok satır aralarına bakmayı bilenler için ilginçleşen bir hikâye gibi, merkezden, ‘çılgın kalabalıktan uzak’ bir hayalet kent sanki. Anemurium’a neden gitmeli sorusunun cevabı da satır aralarında gizli.
Antik çağdaki komşuları ve çağdaşı kentlerle kıyaslandığında daha küçük ve önemsiz bir kent sayılan Anemurium zengindi, hareketliydi ama hiçbir zaman başrol oynamadı. O, daha çok satır aralarına bakmayı bilenler için ilginçleşen bir hikâye gibi, merkezden, ‘çılgın kalabalıktan uzak’ bir hayalet kent sanki. Anemurium’a neden gitmeli sorusunun cevabı da satır aralarında gizli.
Anamur son zamanlarda doğa ve tarih kenti olarak ön plana çıkmayı başarmıştır.
Anamurda bulunan Çukurpınar mağarası dünyanın en derin mağaraları arasında yer almaktadır. Boğaziçi üniversitesi tarafından yapılan keşiflerle Çukurpınar mağarasında 1420 metreye kadar ulaşılmıştır.
Çukurpınar mağarası dünyanın en derin mağarası olan Fransa'daki mağaradan sonra ikinci sırayı alır. Araştırma ekibi bu doğa harikasını keşfettikçe bulunan yerleri özelliklerini dikkate alarak bölümlere, ışıltılı, kurnalı galeriler, zümrüt, sarkaçlı, derin göl, basamaklı, sanat gölü gibi adlar koymuşlardır.
Anamur'un kuzey batısındaki Çamurlu yaylasından sonra 4 saatlik bir yürüyüşle 1890 m. yükseklikteki Çukurpınar adlı düden mağaranın ağzına gelinir.
Çukurpınar mağarasında biriken sular duru pınar olarak Su gözünde ortaya çıkar ve Dragon çayına karışır.
Çukurpınar mağarası alp'in kıvrılmasından etkilenmiş horizontel diskordan olarak miyosen denizinde çökelmiş kalker içinde bulunan düden oluşumlu aktif bir mağaradır.
Abanoz yaylasındaki suyun gözü olarak bilinen mağarası sarkıt ve dikitlerden oluşur.
Üğü Mağarası ise Anamur-Yayla karayolunun 12. kilometresinden Karalarbahşiş köyü çıkış kısmından Kükür köyüne doğru uzanan dere yolu üzerindedir. Aynı zamanda bu yol Anamur içme suyunun da geldiği Kükür pınar suyunun Anamur'a getirilişi sırasında inşa edilmiş bir yoldur. Karalarbahşiş köyünden itibaren 6. kilometrede yolun solunda dağdan soguk bir su çıkar. Karalarbahşiş ile Üğü deliği arasındaki yol stablizedir. Bu suyun çıktığı yer Üğü deliğidir. Mağaranın bulunduğu alan Güneybahşiş köyü sınırları içindedir.
Güneybahşiş'in içinden yaya olarak ta mağaraya ulaşılabilinir. Suyun çıktığı kısımda herhangi bir giriş yoktur. Su çıkışına göre sağ tarafta hemen üst kısımda da 3 metre çapında dairesel bir alandan mağaranın içine girilebilinir. Mağara girişi dar olmasından dolayı karanlıktır. İçeriye ışık girmez. Ya meşale, ya da aydınlatma araçları ile mağaraya girmek mümkündür. İçerisinde de su akmaktadır. Yer yer geniş göllere rastlanır. Mağara içinde birbirine geçit veren beş ayrı bölüm bulunmaktadır. Tavan yüksekliği ter yer 10-20 metre arsında değişiklik gösterir. Keşvedilen kısımlarda altı adet göl bulunmakta ve bu göllerin bir kısmı bir hayli derindir.
Bugüne kadar mağara içinde pek fazla araştırma yapılamamıştır. Sadece TRT program yapımcısı Ertürk Yöndem Sugözü köyü ile ilgili yaptığı bir program sırasında mağara içerisine kameramanlar eşliğinde girmiş ve mağara girişi ile mağara gölüne kadar olan kısmını gün yüzüne çıkarıp yayınlamıştır.
Anamur'un 500 m kuzey doğusunda bulunan üğü mağarasına diaklaz (çatlak)tan girilir. Mağara içi fosil konumunda olup, küçük bir salondan oluşur.
Anamur kumsallarında tespiti yapılan 500 caretta caretta yuvasından 45.000 yavrunun yumurtadan çıkarak denize ulaştığı sağlanmıştır.
Türkiye kıyılarında 70 adet Akdeniz Foku (monachus monachus) saptanmıştır. Bunlardan 25 adedi Mersin ilinin Anamur, Bozyazı, Aydıncık ilçeleri kıyılarında yaşamlarını sürdürmektedir.
Helenistik, Roma ve Bizans dönemlerine ait Anamerium antik kenti günümüze kadar gelen eşsiz metropolüyle yabancı ziyaretçi akınına uğramaktadır. Selçuklu ve Karamanoğulları'na ait Mamure kalesi dimdik ayaktadır. Halen 50 yi aşkın ören yeri ise ziyaretçisini bekliyor.
Anamerium antik kentinde bulunan kilise mozayiğinde bulunan kral Isaah (Ayseah) adına düzenlenmiş betimlemede barış simgelenmektedir. Kıbrıs'ın deniz aşırı komşusu olmamız nedeniyle bu mozaikteki anlatımın bir anlamı olsa gerek. Zamanında Kıbrıs-Girne barış şenlikleri Anamur'da yapılmıştır. Diğer bir deyişle Anamur bir barış kentidir.
Barış kentine hoşgeldiniz...
Anamur ve çevresinin roma döneminde bir dinlence ve tatil yeri olduğuna, Kanlıören'de (Titiopolis) bulunan, Şam alayından emekli bir Roma askerine ait bronz belge kanıt oluşturur.
Yine Anamerium'da bulunan holy (İncil) Apostelos kilisesi (5.Yüzyıl) yapıldığında Hz. İsa'nın Paulus ve Barnabas'a adanmıştır.
Yeterli tanıtım yapılırsa Anamur dini turizmdeki hak ettiği yerini de alacaktır.
Yine Anamerium'da bulunan holy (İncil) Apostelos kilisesi (5.Yüzyıl) yapıldığında Hz. İsa'nın Paulus ve Barnabas'a adanmıştır.
Yeterli tanıtım yapılırsa Anamur dini turizmdeki hak ettiği yerini de alacaktır.
Forklorümüz ve yerel sanatçılarımızla gurur duyuyoruz.
Anamur'un özgün kalan bir diğer yönü ise, kendine has halk sanatçıları ve yöreden derlenmiş oyunları uygulayan halk dansları topluluklarıdır. Türkiye de birçok kez birincilik getiren hak oyunlarımız ününü tüm dünyaya duyurmuştur.
Mamure Kalesi, Antalya-Mersin karayolu üzerinde Anamur'a 8 km. uzaklıkta Bozdoğan köyü sınırları içerisinde yer alır. Üç bölümden oluşan kalenin 39 kulesi camisi ve hamamı bulunur.
Mamure kalesi bir çok Anadolu kalesinde olduğu gibi antik temeller üzerine kurulmuştur. 1988 yılında Anamur Müzesi Müdürlüğünce yapılan kurtarma kazılarında M.S. 3.-4. yüzyıllara ait. "Ryg Monai" adlı fazla etkili olmayan Geç Roma kentine ait tabanları mozaik döşeli yapı kalıntıları ortaya çıkartılmıştır.
Mamure kalesi 14. yüzyılda Karamanoğulları tarafından önemli ölçüde onarım gördüğünden adı. "Mamure" olarak değiştirilmiştir. Kale daha sonra 15 ve 16. yüzyıllarda küçük onarımlar görmüş, 18. yüzyılda Osmanlılar tarafından yeni eklentiler yapılmıştır.
Şikari tarihine göre; Anamur ve Taşelinin kafirler tarafından zapt ve harap edilmesi üzerine, Karamanoğlu Mahmut bey (1300 1308 M.) beyleri ve 36.000 kişilik ordusuyla düşmanı bozguna uğratıp, kaleyi ele geçirdiği ve yeniden mamur edip, adını "Mamure" koyduğu kaydı geçer.
Yapıda, mazgal ve siperleriyle üst yapı, alt kısımları etek gibi genişleyen duvarlar görülür.
Kale birbirinden yüksek duvarlarla ayrılmış, doğudaki iç avlu, batıdaki dış kale, bunların güneyinde kayalıklar üzerine inşa edilmiş iç kaleden meydana gelir.
Güneyde, sahil kenarında, kuzey doğuda baş kule olarak adlandırdığımız yüksek ve çok katlı gözetleme formlarında beş kule, köşe burcunun yanında üst örtüsü tamamen yıkılmış fener kulesi yer alır. İç avlunun kuzey batı sınırını oluşturan yüksek surda değişik şekilli yedi adet burç olup, bunlardan kuzey doğu tarafındakiler duvarla birlikte yıkılmışlardır.
Dış kalede çeşmesi, depoları, sarnıçlar ve işlevini hala çözemediğimiz bazı yapı kalıntıları yer alır.
Kaleden zamanımıza gelmiş tek yazıt batı cephe duvarları üzerindedir. Yazıtta özetle; "Karamanoğlu Alaaddin oğlu Mehmet oğlu Sultan İbrahim inşa etti. Bu tarih Mükerrem Şevval ayında yazıldı," yazılıdır.
Kale komutanının veya dizdarının konutu iç kale girişinin karşısında yer alır.
Mamure Kale Camisi
Mamure kale camisi, Mamure kalesi içerisinde yer alır. Yapıya basık kemerli taş kapıdan girilir. Merkezi kubbeli yapıda, sekizgen tambura geçiş Selçuk üçgenine benzeyen pandantif bingilerle sağlanmıştır.
Camide, duvarlarda taş ve tuğla sıraları uyum içinde örülmüş kubbeye geçişte ve saçaklarda tuğladan tırnak süsleri yapılarak etki yaratılmıştır.
16. Yüzyıl Osmanlı mimarisinin klasik öğelerini taşıyan caminin ilk yapılışı Karamanoğulları'na aittir.
Caminin önünde yer alan küçük kemerlerle dekore edilmiş sarnıç beşik tonozludur.
Mamure Hamamı
Mamure hamamı, Mamure kalesinin yol aşırı kuzeyinde yer alır. Hamamın giriş bölümü yıkılmış, soğukluk, ılıklık ve sıcaklık bölümleri sağlam olarak zamanımıza gelebilmiştir.
Küçük ölçekteki yapı ahşap hatıllarla desteklenmiş moloz taşla inşa edilmiştir.
Hamamın iç bölümlerinde kubbeye geçiş üçgen pandantiflerle sağlanmıştır.
Yapı zamanla tahrip olduğu için sonradan yapılan onarım sıvaları duvar freskolarının tahrip olmasına neden olmuştur.
Yapı Mamure kalesinin mamur edildiği tarihte Karamanoğulları tarafından yaptırılmış olması gerek..
Sizi bu güzel çalışmadan dolayı kutluyorum. Ülkemizin bu dönemini, Moğol istilasından bu yana yapılan en büyük talan dönemi olarak sanırım nitelendirmek yanlış olmaz!
YanıtlaSilÇalışmalarınızda kolaylıklar..
Prof. Dr. Mehmet Tunçer
Emeğinize sağlık bilgiler için ama birde sağlam kaynakça olsaymis
YanıtlaSil