Sayfalar

25 Ocak 2011 Salı

Elaiussa Sebaste … Bir mektup, bir ağıt…

Abdullah Ayan  







İki limanımla Kilikya ticaretinin en önemli bölgesi olduğumda daha İsa doğmamıştı…

Emekleme çağlarımda Elaiussa dediler adıma..

2 bin yıl sonra beğenmeyip değiştirdiniz…
Oysa ne ben yabancınızdım ne de ismim…
Tadını, rengini şu çok iyi bildiğiniz, kutsal saydığınız zeytin’ den ödünç almıştım adımı…

Olba**’ dan kopup bağımsızlığımı ilan ettiğimde de milat dediğiniz tarihle tanışmamıştı dünya…

İnanmayan çalınanlardan geriye kalan sikkelerime baksın…
Sağlı, sollu salınan iki liman bu kıyılarda kaç kente nasip olmuş ki?

Bir tek ben sahiptim, Roma’ nın da göz bebeğiydim…

O kadar ki, unutulmaz August en güvendiğine, Archelaos’ a, emanet etti beni…
Çıkaramadınız galiba, anımsatayım:
Kapadokya’ yı Kapadokya yapan, tüm Kilikia’ ya  egemen olan kral…
Archelaos bir görüşte vuruldu bana…
İlk görüşte aşk bile hafif kalır…

Delil istiyorsanız inin derinlerime, Archelaos’ un kışlık sarayına rastlayacaksınız (aç gözlüleriniz beton apartmanlar dikmediyse tabii)…
2 bin yıllık o delice sevdanın izlerini başka nereye saklayabilirdim ki?

Hiç kimse beni onun kadar sevmedi, hiç kimse onun kadar değer vermedi bana…

Üstelik armağan edeni, bizi tanıştıranı da unutmadı.
Doğamı çok güzel yansıtan ilk adımın yanına Sebaste ‘ yi ekledi, August’ un hatırına…

Sebaste, yani ‘İmparator kenti’ oldu adım…
İskender’den beri Hangi Akdeniz kentine nasip oldu ki, imparatorlarla anılmak?

Ticarette bölgenin yükselen yıldızıydım artık.
Kıbrıs, Suriye, Mısır’ ın nabzı bende atıyordu.
İsa’ dan iki yüzyıl sonra artık ihtişamın zirvesindeydim.
Yağmaladıklarınızdan geriye kalan anıt mezarlar, tanıktır anlattıklarıma…

Zeytinimden damlayan altın renkli yağlar, üzüm bağlarımın şarabı…
Suriye tersanelerini var eden kereste benim kokumu taşıyıp götürdü karşı kıyılara…

Lamos*** çayının serinlettiği denizimden beslendi Kıbrıs’ ın balıkçıları…
Göğüs uçlarımda uzanan ‘Ada’ mın ışıkları canlılığımın timsaliydi, yıllarca göz kırptı, kıskandırdı yanı başımda salınıp duran Korykos’ u ****  …

Her güzel gibi önce olgunluğun tadına vardım, ardından acımasız yaşlılık.
Mevsimler gibi anlayacağınız…
Mahzun hâzanın ardından kış…

Limanım kumlarla doldu, ‘ada’ m kıyıyla buluştu...
Tüm Kilikia ile birlikte önce Sasani Kralı Şapur’un saldırıları ardından Isaurialılar hoyrat çizmeleriyle çiğnediler dört yanımı.
Bizans İmparatoru Anastosis yetişmese erkenden ölecektim.
Isaurialılar’ ı cezalandırması, yalnız beni değil Kilikia’ yı da ayakta tuttu bir süre daha…

Rakibem Korykos ile birlikte zamana meydan okuduk, uzunca süre kucak açtık insanlığa…
O daha güçlü çıktı, bense direnemedim denizin taşıyıp getirdiği kumlara…





Ölümleri andıran, bin yılı aşkın uykuya yattım…
Depremler daha derinlere gömdü  benden kalanları…
Zemini halı desenli mozaikle süslü hamamım, sarnıçlarım, 23 sıralı tiyatrom…

Tiyatronun yanı başında ölüme yatarken bile korumaya çalıştığım o güzelim agora…
Tam bin beş yüz  yıl direndi, korkuttu hırsızları agoranın girişindeki aslan başlı çeşmeler…

Tepelerimde yağmur bulutlarına selam duran eşsiz güzellikteki tapınak… 
Kilikia’ nın en zengin Nekropol alanına sahip olduğumu itiraf ediyor bilim adamları..
Hele bir bulvarı andıran yolun iki yanında geçenleri bugün de selamlayan mozoleler…

Lamos deresinin soğuk sularını  bana ve komşum Korykos’ a taşıyan narin su kemerleri…
Dile kolay, bin beş yüz yıl uyanmayı, uyandırılmayı bekledim.

İstedim ki, anılarıyla beni bunca zaman avutan, Archelaos’ a benzer sihirli bir dokunuşla açayım gözlerimi..

Yok olacağımı zaman zaman düşündüm de, insanlığın böylesine geliştiği bu çağda, en aç gözlülerinizin, acımasız hoyratlıklarıyla saldıracakları aklımın ucundan geçmezdi.

Oysa ne de güzel başlamıştı şu son elli yılın ilk uyanış günleri…
Kaybolan üzüm bağlarıma ağlamaya hazırlanırken, yerlerine dikilen limon ağaçlarının kokusunun sarhoşluğu sardı her yanımı…

Hemen ardından ilk darbeyi yedim ama..
İnsanların üzerinden geçeceği yol hatırına tam ortadan ikiye ayırdılar gövdemi…
Açılan o yollar öncelikle mezar soyucularını bedenime…
Arsızca koynumda sakladığımı  sandıkları hazineleri arıyorlardı…

Oysa çiğnedikleri vücudumun değerini bilselerdi, dokunmaya korkarlardı tenime.
Agora’ nın ana kapısını  süsleyen aslan başlı çeşmeleri söküp götürdüler, mozoleleri parçaladılar…

Hepsine ama hepsine dayanırdım, son on yılda uğradığım insanlık ayıbı saldırılar olmasa..

Kral Şapur bile böylesine hoyrat değildi bana karşı…
Son iki bin yılın insanlığı  geliştirdiğini söylediğinizi duyar gibiyim.

İyi de bu doğruysa, Şapur’ a rahmet okutan bu gaddarlığınız neyin nesi?









Bir zamanlar güzelliklerimizle kapıştığımız Korykos ile şimdi her gün daha farklı tecavüze uğrama öyküleri anlatıyoruz birbirimize, ne acı. 

Beni korusun diye çıkardığınız o yasaları hiçe sayanlara karşı bu korkularınızı ne besliyor?

Daha da önemlisi uygulamayacağınız yasaları neden çıkarırsınız?

Nasıl da umutluydum oysa…

Bin beş yüz yıllık uykumdan uyandığımda, tozlarımı alıp, dokunmaktan korkan saygıyla, koluma girip gün ışığına çıkaracağınızdan öylesine emindim ki…

Gözlerimi kırpıştırırken hasret kaldığım güneşe, yanımda insanlığın güven veren varlığını hissetmek…
İki bin yıllık varlığımı, yap satçıların utanç anıtlarından beter beton çirkinliklerine teslim ederken hiç mi vicdanınız sızlamadı?

Ben tüm insanlık yararlansın, dünya gelip görsün diye gizledim onca güzelliği…
İnsanlığın yaşadığı bunca acı deneyim hiç mi ders olmadı size?
Ortaya çıkaracağınız dokularım ve bugüne sakladığım güzelliğim hepinizi zengin etmeye yeterdi…
Siz bunun bile farkına varmadınız…
Hiç kimse gözlerini kaçırmasın…
Hepiniz suçlusunuz…

Yerel yönetimlerinizle, merkezi idarenizle, Valileriniz, belediye başkanlarınız, yargıya saygısız yatırımcılarınız, duyarsız sivil toplum örgütleriniz…
Kaçan, suçüstü yakalanan, görmezden gelinen, “yaptım işte, var mı diyeceğin” kadar…

Hepinizle hesaplaşacağım günün birinde…
Artık çok geç, bu kez gerçekten ölüyorum…

Yeni bir deprem gelip bu insanlık ayıbını, yüz karası utancı temizleyinceye kadar, tabiat intikamını alıncaya kadar, yarattığınız bataklık hepinizi boğuncaya kadar ben yokum…

Gün gelir, bir yerlerde hesaplaşırız nasılsa…
Adıma sikke bastıranlara teslim olmadım ben…
Size mi olacaktım?…

Yine de kahrediyor beni son zamanlarda yaşadıklarım…
Binlerce yılda biriktirdiklerime, çalınan emeklerime yanıyorum.

Keşke değseydiniz…Böylesine vefasız, geçmişe saygısız ellerde tükenmek yakıyor her yanımı…

İsyanım bunadır, kahırdan asıl öldüren de… 


Meraklısına:
*Elaiussa Sebaste= Ayaş
** Olba= Uzuncaburç
***Lamos= Limonlu
****Korykos= Kız Kalesi
























File:Ayaş.jpg

Diğer Fotoğraflar İçin....

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Free Hit Counter